Siyah Köpek

Kokumu bilmiyorsun.
O çok sevdiğim sokakta bir sabah yürürken yanımdan siyah bir köpek geçmişti.
Ve dalmayı bırakmıştım.
O gün bugündür siyah köpeklerin uğurlu olduğuna inanırım.
Martılara anlam vermeye çalışıyorum, sana bundan bahsetmek isterim ve çay bahçelerinde sandalyeye bağdaş kurup oturmamdan.
Fırında patatesi neden sevdiğimi bilmiyorsun. Anlatayım. Bir kere kokusu çok güzel. Heyecanlandırıyor. İçi yumuşacık. Ağzımda eriyor.
Mercimek çorbası mesela. Acı oluşu. Anneyi hatırlatışı. Baharatların kokusu.
Boğazımdan sıcacık akışı.
Tüm bunları bir yerde sana bağlayabilecek kadar yollarım sana dönük. Yüzüm sana dönük.
Yüzüme bakmıyorsun.
Ama şimdi kavun mu karpuz mu dersen kavun derim. Sen ne dersin?

Sadece


Huzuru Sağa Sola Harcamak

Hava karardığında yeni bir günü yaşamalı, gün ışıdığında ise gözlerimizi kapamalıydık. Rüyalar gerçek, gerçekler yalan olmalıydı. Olmadı, yapamadık.
Sabah uyanmazdık, perdeler açılmazdı. Perdeler açıldığında, ışıklar kapanırdı. Işıklar kapandığında, ölmek için haklı sebeplerimiz vardı. Ve biz öldüğümüzde, en baştan başlardık.

Sanırım o gece yanıma uğramasının sebebi de buydu. Sokaklar sessizdi, arabalar hareket etmezdi, öylece durur ve bizi izlerdi. Trafik lambaları yeşil yakmayı bırakmış, sadece sarı rengin önderliğinde bir yanıp bir sönerken, çocukluk günlerimde takıldığım bir sokağa benzemeyen yolun en başında sen belirirdin. Parmaklıklar yoktu, kapalılık yoktu, simit satan biri veya otobüs durağı yoktu. Güneş vardı ve yok olmuştu. Sen içeri girdiğinde pencereden içeri sızan rüzgar, suratımı yalayarak sana doğru yaklaştı, sana dokunmadı, dokunmasın istedim ve çıktı. Sen onu fark etmedin, sen beni fark etmedin, ya da gözlerimi. Aylar önce bir köprüden aşağıda sana bakan -ya da- ölü bir kuzguna.

Sabah olmuştu, karanlığın önemi kalmamıştı. O gitmişti. Hep giderlerdi. Yükseklerde uçan bir kuzgun hiç gelmemişti, ya da kanalizasyonda yaşayan bir fare. Sen onların yerine de gelmiş, sonra da git-miş-tin. "Bilmiyorum." derdim böyle zamanlarda. Bildiğimi bilmek zorunda olmayan insanlara ders verir gibi, kendimle dalga geçer gibi, öğrenmemiş gibi. Günlerden pazartesi olduğu veya saatin sıfır dokuz on altı olduğunu bilmiyordum. Güneşin tekrar kendini göstereli iki saat otuz altı dakika olmuştu ve ben bunu bilmiyordum. İki blok ötede, bazı sabahlar otobüste gördüğüm ve bunu bilmediğim adam, dokuz on beşi görememişti ve bunu bilmiyordum.

Evden çıktım. Hava almam gerekirdi, insan fizyolojisi bunu emrederdi, üşüdüğümde örtünmemi, terlediğimde soyunmamı, sevişirken soyunmamı, öpüşürken utanmamı. Fizyoloji yalan söyleyemezdi, kızarırdı. Gözlerim kızarırdı, sen kızardın. "Uyu biraz." derdin, Balıklar ölmeli ve kuşlar yüzmeli diye geçirirdim içimden. Uyku zordu, deneyim isterdi, iyi sevişmek deneyim isterdi. Biz iyi sevişirdik.

İki sene boyunca, haftada üç kere seviştik. Bazen dört. Genelde beş. Sonra uyurduk, o zaman uyku kolaydı, huzur isterdi. Biz onu bulur ve saklardık. Akşama kadar o huzuru sağa sola harcardık. Üç kutu nefrete bir tutam huzur, iki şişe kine üç gram huzur.

Huzur bitti.




Kimse

Ilk şarap içtiğim gün düşmüştüm dizim kanamıştı. 
Tek başıma temizleyip uyumuştum. Bir asır uyumuşum gibiydi. 
Uyandığım zaman saatlerce ağlayıp tekrar uyumuştum. 
Ve bir daha hiç şarap içmedim. 
Çünkü bir daha hiç o kadar mutsuz olup yara almadım. 
Hatırladıkça göğsüme bir ağırlık çöküyor.
 Ne günlerdi. 
Hatırladığım tek şey ne kadar üzüldüğüm. 
Bunu her hatırlayışımda o üzüntü tekrar yeşeriyor iki dakika sonra üzerine su döküyorum geçiyor.
Ancak şu var ki bir şey bu kadar mı net olabilir? 
Üzüntüm tüm vücuduma yayılmıştı. Bakan her yerimden bunu görebilirdi. 
Herkes bakıyor ama kimse görmüyordu.
 Saçlarımı kestirdim. Iyileştim. Hiçbir yardım almadan. 
Tek başıma iyileştim. Çünkü hep böyleydi.
 Beni benden başka kimse göremez.



Farklı

Zamana veya mesafelere dikkat etmemeye gayret edin. 
Daha dün saygı duyduğunuz o insanın aslında ne kadar da saygısız olduğunu farkına varmanızla, sizi boğulmanız için denize iten insanın birbirlerine ne kadar benzediğini görmeniz, hiçbir şey ifade etmez ve hepsi birbirinden farklı; fakat küstah insanlardır.
-İnsanları gözlemleme fırsatı bulursanız, o fırsatı hemen ortadan kaldırın.-

Olumsuzun omzuna başını yasladığınız an tutkunun arttığını hissedersiniz.
Bu çok acı verici, çok derin ve başınızı yaslamak için en tehlikeli yer aslında.
-Herkesi kendiniz gibi sanmaktan vazgeçtiğiniz an kendiniz oluyorsunuz.-
İnsan en çok kendini kandırır nedense.
Ve insan en çok kendine gelemez nedense.
Bir yorgunluk çöker böyle, nedenini bilemezsiniz.
İşte en çok o zaman özler insan, gururlu bir babanın gözyaşlarını.

Bu hayatın yaşanmaya değer olmadığını savunan insanları dinleyin,
Kulak verin.
Elbet yaşamın olumlu yönleri hakkında konuşmaya başlarlar.
Sonra zaman verin.
Elbet aşka düşmek hakkında edebi bir kaç cümle betimlerler.
Ve mesafe verin.

Karşındaki insanın akıttığı gözyaşının, timsah gözyaşları olmadığını fark ettiğiniz an, 
insan sevmeye başlar.
İnsan en çok gözü yaşlı insanları sever nedense.



Görüntü

Zaten görüp görebileceğimiz bu kadardı.
Bir arpa boyu yol alamamıştık, 
zaten yollar da bir yere kadardı.
Rüzgarların peşine takılmaya kalkıştık üflesin diye yaralaramızdan, 
ne yetişebildik ne de tutunabildik. 
Olsundu, başarıya ramak kalsındı ama sonuca ulaşılmasındı.
Halimiz harap, gözlerimiz kırmızı, 
Ellerde şarap fethedilsindi gecelerce lambası yanıp sönen o sokak.

Kimse unutmuş olamaz; daha dün gibi oynadığımız oyunların nasıl başlayamadığını. Bilakis hatırlatılıyor. Hep rekabete sürüklendik, hep bir başkaları mutlu olsun da sussun durumu söz konusuydu. Olsundu, çocuktuk, o zamanlar öyleydik. Hayır, kirlenmedi dünya, zaten hiç kirlenmeyecekti. Kirli olan hep insanlardı. Bu yüzdendir insanları sevemeyişim.
Ablam hep tembih ederdi kirlenmemem için, acaba düşüncelerime mi diyordu yoksa sadece titiz miydi? 
Sorulması gereken o kadar soru ve o kadar az insan var ki cevabından doğruluğunu sorgulamayarak şüphe etmeyeceğim. 
Bazen çok gri bir güne uyanırsın. O, denizin üstünde en güzel seken taş grisine. Biraz eğimli at ki daha çok seksin, biraz daha çabala ki daha ileriye ulaşsın, biraz da kuvvet kat işin içine, sonra değme keyfime. 
Ta ki gücünün bittiği ana, taşın son hamlesine kadar. 
İşte hayat tam da böyle, her yerde karabulutlar.

Sabahın en ücra saatinde gelirler hale, seçerler seni en soluk kalabalıktan kobay ol diye hayatlarına.
Diyorum ki; 'bir türlü kurtulamıyoruz şu karanlıktan’ ,
Hayıflanmayı bırak halbuki saygı duyardım ben akşamüstlerine.
‘Çalış' derler sonra, çabala. 'Yeter artık' derler sus, ağlama.
Biraz eğilirsin biraz bükülürsün, biraz düşer biraz kalkarsın. 
Tanırsın, seni iten ellerin seni kaldırmaya yeltendiğini. 
Zaman geçer atarlar seni denize, sek diye yalnız başına. 
Yılan bulup sarılmak tek görevindir o sırada. 
Yosunlanmış, pis bir yılan. 
‘Kirlenme' demişti ablam.
Nafile. 
Herşey karardı.
Zaten görüp görebileceğimiz bu kadardı.
Bir arpa boyu yol alamamıştık, 
zaten yollarda bir yere kadardı.

Söz


Bir dal Sigara

Uzun zaman sonra mutfağa geçtim.
İlk değildi ama son olabilirdi, kim bilir?
Pencere önüne koydum bir sandalye, oturdum.
Çay koydum en sevdiğinden.
Açtım camı esip gitsin diye şu özlem, evden çıksın diye bu kasvet,
seni bulsun diye bu hasret, savaşsın diye ruhum, hadi biraz sabret!
İçeri esen rüzgarla elime bir sigara alıp yakma isteğim aynı zevktendi.
Gittim odamdan bir dal sigara aldım ve yakmadım.
Sevmem ki ben sigara. Odadan da sigara almadım zaten.
Tamam, kendini bir yerlerde düşürdün bulamıyorsun ama sigara da nerden çıktı şimdi?
Duyduğum haberleri geçirdim sonra aklımdan. 
Ne vahim bu ülkenin hali diyen bir vatandaş serzenişte, diğer yandan kira derdine yanan öğrenci saflığı, başsağlığına giderken kaza yapıp felç kalan yalnız adamın trajik vakası, 'bu aralar çok şanslıyız' derken kafasına kuş pisleyen gencin üç gün sonraki ölü bedeni 
ve bir düzine gözüme takılan intihar haberleri...
Kimleri sınıyoruz biz, ne için diye kızıyorum etrafa, halbuki kimse yok etrafta çay buharından başka.
Bulandı etraf. Sesim de çıkmıyor, unuttum mu ne ?
Bugün çok şey, bulanık.. Bir yerlerde kaldım ben, sesimi kısmam gerekiyor.
Belki yok etmem, keşke susabilsem..
Müzik açmak geliyor içimden, lakin sürekli kendime kızıyorum bir türlü seçememekten.
Bu sefer bütün gün içimi kemiren şeyin ne olduğunu düşünmeye gayret ettim.
İzmir’de sporcu bir arkadaşım bana ‘melankolikmişsin, öyle duyumlar aldım daha doğrusu’ demişti, aklım ona gitti, merak ettim.
Düşümdüm ve melankolik olmadığıma karar verdim.
Bardağın dolu tarafını görmeme rağmen boş olan tarafına daha çok kafa yoruyorum, o kadar.
Önceliğim bardağı görmek tabi.
Bardak dedim de, nasıl dalmışsam çayın buharına, çayım soğumuş.
Sonra biraz dışarıya baktım, elime bi kitap aldım, bulaşık yıkadım, iki kişilik çay yaptım, gidenlerden en az biri gelir diye bekledim, yarım bardak dolusu su koydum ve üstüne biraz kafa yordum.
Zaman diyorum, nasıl geçer ki başka?
Ne dışardan bana bakan oldu, ne kitabı okuyabildim. Çayların biri hep soğudu, gidenlerden kimse gelmedi, bardağın çok dolu olduğuna karar verip suyu boşalttım ve kafamı daha çok yordum;
zaman diyorum, nasıl geçer ki başka ?
Uzun zaman sonra mutfağa geçtim.
İlk değildi ama son olabilirdi, kim bilir?
Bir şey soracağım size, zamanı öldürmek suç mudur ?

Tamam Mıyız-Sıla



Mecra

Bir maceranın daha sonuna geldik.
Bu son mecraların macerasında didindik ettik, bir baltaya sap olamadık.
İçimiz dumanlı ama toktuk, biraz da kurnazlığın yokuşuyduk.
Sabahın köründe yol aldık, dere tepe düz gittik,
acil şifalar dileyecektik ki, metro bulduk.
Aşağı indik.
Aşağıda, yerin dibinde bir hüzün tuttuk dilek gibi aslında tutmamamız gereken.
Ne yaptık ne ettik tutturduk hüznü.
Turnanın hüznünü gözünden vurduk.
Turnayı tam gözünden vurduk.
Güzel hayvandır turna, ne istedik ki hüznünden. Gözüne hiç girmeyelim.
Göze geldik ama belli etmeyelim.
İçimiz yaralı dışımız bereliydi. Yürü yürü bir yere kadar, yorgunduk.
Sahici bir adım atmak, isteksizce yol almaktan iyidir, diye düşündük.
Turna bize ağır gelmiş olmalı ki, durduk.
Bir kuş uçtu üstümüzden, başka bir kuş, daha şimdilerde karşı masamızdaydı.
Ne yapalım ne edelim derken, takip ettik.
Öyle uçmuşuz ki, manzaralı bir otelin terasının köşesine konduk.
Herkese içme isteği doğdurduk, konudan sapamadan oturduk konuştuk.
Sonunda terasa hüznü doldurduk.

Herkesin hüznü birdi
Daha korduk,"kordon"duk, didindik durduk,
sadece umutluyduk.
Bir gol dedik ve tokuşturduk.

Adım Adım
(Böyle güzel başlayıp sonu kötü biten -çok hikayem var-)

Önemsiz

Hiçbir şey olmak varya hani,
kimsenin seni önemsememesi.
Vasat bir koltuk takımısın mesela
ya da bakkalın bile takmadığı bir gaz tenekesi,
önemli olan kimsenin seni önemsememesi.
Adın hiçbir şey, soyadın önemsiz,
yazları ince kışları kalın bir giysi,
baharda giydiğinin hiç önemi yok.
Hava serinse kalın değilse ince
ama o kalınla ince yazın ve kışın giydiğin
ayrıca bir masrafa gerek yok.
Uykuların muntazam,
uyanışların normal,
yiyeceğin senin için farketmez.
Giyeceğin de öyleydi
yazın da kışın da.
Hiçbir şey olmayı başarabildinse,
iyicene önemsizsen.
Sen var ya sen,
sen yırtmışsın arkadaş.



Son Durak

Son duraktan bildiriyorum. 
Az önce bir kitabın sonuna geldim, acı bir sonla bitti, bitirdim, 
kitabı kapatıp elimle rulo yaptım, uçlarını ısırdım sayfaların, dişlerimin izi çıktı kapakta, 
derin bir iç çektim, başımı kaldırdım akan trafiğe baktım, 
yanımdaki kadın gözlerime baktı, anlamış gibiydi, kulağımda Billie Holiday çalıyor hala. 
Mutsuzdum, biraz daha mutsuz oldum. İçimdeki boşluk biraz daha hüzünle doldu. 
Farkındayım şu hikayem bitmedi hala. Nasıl bitecek, bilmem, bilemem.


Etki-Tepki

''Tren yolları boyu düşündüm'' cümlesini ilk duyduğumda tren yolunun tam yanından geçiyordum.
Bazen, çok fazla umursamadan hareket edebiliyorum. 
Döner almak için duran arkadaşımı görünce, ''Martı eti oğlum bunlar, başka yer mi bulamadın?'' dediğimde de solda oturan adamı umursamamıştım. 
Başka bir gün bir dürümcünün önünden geçerken, ‘’Bunlar da battı herhalde’’ dediğimde de karşımda duran çalışan adamın ne düşünüceğini umursamamıştım. Böyle ayrıntıları hatırlamak benim hayatımın cezası sanırım. 
Müzik dinlerken hissettiğim duygu, kapşonlu bir şeyi giyerken hissettiğimle aynı.  
Her şeyi başaracakmışım gibi. İnsanlar hep benimle aynı paydada buluşuyormuş gibi.  
Bir adım daha atsam her şey güzel olacakmış gibi. Bir adım, her zaman için fazla mıdır? 
Bir adım daha atmak olağan bir şeyi zorlamak mıdır? Hayatın akışına müdahale etmek midir bir adım atmak? Olacağı varsa, sen evinde otururken bile camdan gelip girebiliyor çünkü. Yine de bir adım daha atıyorum. Bir adım daha atıp yürüyorum iç kesimlere doğru. Hayatım boyunca yürüyorum. Nereye yürüdüğümü bilmeden yürüyorum. Bir an nefesleniyorum, her şey çok güzel oluyor. Her şey bazı anlarda çok güzel oluyor. Sonra hemen kayboluyor. Ben hep sabit kalmak istiyorum. Her şey neden bu kadar fazla değişiyor? Ben değişmemekten yanayım. Bütün toplum bir olup, değişmemek için yemin edelim istiyorum. İmzalar atılsın, yer yerinden oynasın istiyorum. Neden sürekli hareket etmek zorundayız? Neden sürekli yeni bir hayat için heveslenmek zorundayız? 
Neden etki, karşılığında yeterli bir tepki oluşturmuyor? 
Bütün fizik kanunlarına sövüyorum. 

Sahile iniyorum sahile. Kaçıyorum yani. Benim gitmekten anladığım tek şey var. Sahile inmek.  
Yoksa kim nereye gidebiliyor ki günümüzde? Kendimi kandırmayı hiç beceremiyorum. Aklıma ufak oyunlar oynayıp, kendime gerekeni yapamıyorum. O yüzden de sadece karar alıyorum. Karar alıyorum ve o kadar güzel uygulayamıyorum ki, dışarıdan tam olarak vapurdaki ters kapıyı bekleyen çocuk olarak gözüküyorum. Tatlı çocuk diyerek yanağımı sıkacaklarmış gibi geliyor bana. Benim beynimde bir yankı başladığında, tüm bedenimi ele geçirmesi birkaç saati almıyor. Dışarıya karşı katı olduğum oranda, kendime karşı savunmasızım.Her şeyi bu kadar özel kılacak ne vardı?  
Banklarda oturup hiçbir şey okumuyorum. Banka oturup bir şeyler okusaydım, başka bir yön bulabilir miydim acaba diye de düşünüyorum. Sahi, insanın kaç deneme hakkı var hayatta? 

Ne zaman ki denize sırtımı veriyorum, üşüyorum. Yol gözümde hiç büyümüyor, sözler hiç tutulmuyor. 
Biraz da güzel şeylerden bahsedeyim diyorum ama birbirimizi kandırmanın bir alemi yok, vazgeçiyorum.



Sancı


Her zaman ilk cümleyi kurmanın sıkıntısını yaşadım. 
Ve hep bu döngü içinde başladım konuşmaya. 
Atlama eyleminden sonra düşüşün nasıl olduğunun 
sorgulanmadığı bir dünyada düşüyordum ben 
ve 
düşüyordu artık bütün kelimeler. 
Mevsim değişiyordu, beton ıslanıp çürüyordu durmaksızın. 
Tren garlarında yeteri kadar hüzün biriktirememiştim 
ve
 bir şehrin sokaklarını elimde revolver aklımda uçmak arzusuyla yürüyemiyordum. 
İmanlı çocuklardık diyebilmemiz için
 imanlı çocuklar gibi yetiştirmişti annelerimiz bizi 
ve 
revolverı şakağına dayadığında uçmak sunulmuyordu dünyamızda. 
Oysa iç dünyamızın da yüzde yetmişi kan, kalanı sancı değil miydi?



Düşmek değil Çakılmak

Her düşündüğünüze inanmayın.
Öyle bir hayat bu ara.
Yorumlar dolu dolu etrafta.
Her yerde bir şeyler söyleyen insanlar konu kendileri değilmiş gibi konuşuyorlar,
yanlış sigarayı içiyorlar sürekli. Sürekli ama.
Ah siz insanlar, sizin başınızda durmak zorunda mıyım ?
Böyle her okuduğunuza da inanmayın efendim ( parantez içleri hariç ), aptal olmayın. 
Kendinizi beğenmiş bir şekilde bilmişlik yaptığınızı hele hiç sanmayın. Harbi üzülüyorum bak.
Gün içinde maskelerden bahsedin, öyle bir bahsedin ki, maskeler maske olduğu için utansın
ama böyle kendinizce insanlarınkini tahmin etmeye kalkışıp gülünç duruma da düşmeyin.
Biraz güncellenin baylar ve bayanlar. ‘’Update'' diyorum. 
Çok geriden geliyorsunuz. Çok.
Hele ki ‘’o'' insanlardan hiç olmayın, işte ’‘o'' zehirli olan insanlardan. 
‘’O’’ işte, sevgilerini ordan buradan toplayanlardan.
Bu arada bir otobüs geçti ve camlar sallandı. 
Bir de bir işçinin sesi geliyor kim olduğu belli değil.
Bazen kendimi tekrar ediyormuşum. Bazen kendimi tekrar ediyormuşum.
Ya kimi tekrar edeyim ?
Beyler ! Sakin olun, etraf biraz dağınık.
Pardon, dalmışım. Çayın buharına, yağmurun sesine, martının kanadına, 
sokaktaki lambanın duruşuna derken, yine zamanın geçişine dalmışım.
Ne diyorduk ?
Arılardan bahsediyorduk. Çiçeklerden bal toplayan arılardan.
Üzülmemeniz için çaba sarf ettim baylar ve bayanlar fakat gözümden öyle bir düştünüz ki,
buna ben sadece çakılmak diyebilirim. 
Hakkımdaki düşüncelerinizle hayatınıza lütfen sorgusuz sualsiz devam ediniz.
Artık size yardımcı olamayacağım olamayacaksın olamayacak.
Bir şey şiire dönüşmeyecekse, onu yaşamanın ne anlamı var?
Her düştüğünüzde kalkmayın biraz ara verin, yatmaktan sıkılıcaksınız zaten.
Her düşündüğünüze inanmayın.

With You














LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...