Etki-Tepki

''Tren yolları boyu düşündüm'' cümlesini ilk duyduğumda tren yolunun tam yanından geçiyordum.
Bazen, çok fazla umursamadan hareket edebiliyorum. 
Döner almak için duran arkadaşımı görünce, ''Martı eti oğlum bunlar, başka yer mi bulamadın?'' dediğimde de solda oturan adamı umursamamıştım. 
Başka bir gün bir dürümcünün önünden geçerken, ‘’Bunlar da battı herhalde’’ dediğimde de karşımda duran çalışan adamın ne düşünüceğini umursamamıştım. Böyle ayrıntıları hatırlamak benim hayatımın cezası sanırım. 
Müzik dinlerken hissettiğim duygu, kapşonlu bir şeyi giyerken hissettiğimle aynı.  
Her şeyi başaracakmışım gibi. İnsanlar hep benimle aynı paydada buluşuyormuş gibi.  
Bir adım daha atsam her şey güzel olacakmış gibi. Bir adım, her zaman için fazla mıdır? 
Bir adım daha atmak olağan bir şeyi zorlamak mıdır? Hayatın akışına müdahale etmek midir bir adım atmak? Olacağı varsa, sen evinde otururken bile camdan gelip girebiliyor çünkü. Yine de bir adım daha atıyorum. Bir adım daha atıp yürüyorum iç kesimlere doğru. Hayatım boyunca yürüyorum. Nereye yürüdüğümü bilmeden yürüyorum. Bir an nefesleniyorum, her şey çok güzel oluyor. Her şey bazı anlarda çok güzel oluyor. Sonra hemen kayboluyor. Ben hep sabit kalmak istiyorum. Her şey neden bu kadar fazla değişiyor? Ben değişmemekten yanayım. Bütün toplum bir olup, değişmemek için yemin edelim istiyorum. İmzalar atılsın, yer yerinden oynasın istiyorum. Neden sürekli hareket etmek zorundayız? Neden sürekli yeni bir hayat için heveslenmek zorundayız? 
Neden etki, karşılığında yeterli bir tepki oluşturmuyor? 
Bütün fizik kanunlarına sövüyorum. 

Sahile iniyorum sahile. Kaçıyorum yani. Benim gitmekten anladığım tek şey var. Sahile inmek.  
Yoksa kim nereye gidebiliyor ki günümüzde? Kendimi kandırmayı hiç beceremiyorum. Aklıma ufak oyunlar oynayıp, kendime gerekeni yapamıyorum. O yüzden de sadece karar alıyorum. Karar alıyorum ve o kadar güzel uygulayamıyorum ki, dışarıdan tam olarak vapurdaki ters kapıyı bekleyen çocuk olarak gözüküyorum. Tatlı çocuk diyerek yanağımı sıkacaklarmış gibi geliyor bana. Benim beynimde bir yankı başladığında, tüm bedenimi ele geçirmesi birkaç saati almıyor. Dışarıya karşı katı olduğum oranda, kendime karşı savunmasızım.Her şeyi bu kadar özel kılacak ne vardı?  
Banklarda oturup hiçbir şey okumuyorum. Banka oturup bir şeyler okusaydım, başka bir yön bulabilir miydim acaba diye de düşünüyorum. Sahi, insanın kaç deneme hakkı var hayatta? 

Ne zaman ki denize sırtımı veriyorum, üşüyorum. Yol gözümde hiç büyümüyor, sözler hiç tutulmuyor. 
Biraz da güzel şeylerden bahsedeyim diyorum ama birbirimizi kandırmanın bir alemi yok, vazgeçiyorum.



Sancı


Her zaman ilk cümleyi kurmanın sıkıntısını yaşadım. 
Ve hep bu döngü içinde başladım konuşmaya. 
Atlama eyleminden sonra düşüşün nasıl olduğunun 
sorgulanmadığı bir dünyada düşüyordum ben 
ve 
düşüyordu artık bütün kelimeler. 
Mevsim değişiyordu, beton ıslanıp çürüyordu durmaksızın. 
Tren garlarında yeteri kadar hüzün biriktirememiştim 
ve
 bir şehrin sokaklarını elimde revolver aklımda uçmak arzusuyla yürüyemiyordum. 
İmanlı çocuklardık diyebilmemiz için
 imanlı çocuklar gibi yetiştirmişti annelerimiz bizi 
ve 
revolverı şakağına dayadığında uçmak sunulmuyordu dünyamızda. 
Oysa iç dünyamızın da yüzde yetmişi kan, kalanı sancı değil miydi?



LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...