Affet



Sana bu kelimeleri ılık bir mayıs güneşi altında kaygısız ve huzurla otururken yazıyor olmayı isterdim. Ama mevsimim kış. Ve güneş bir yerlerde saklanıyor. Bir yerlerden çıkar umuduyla hep gökte gözlerim. Böyleyiz işte son günlerde. Gök bulutlu, hava soğuk ve kalbim nedenini bilmediğim bir şekilde kırık.

İflah olurum olmasına olurum elbet, dert bu değil. Ama kısacık ömrü böylesi harcamak canımı sıkıyor. Bir türlü duygularımı kontrol edememek, sebepsiz üzüntüler içinde durmak fena halde sıkıyor canımı. Ne yapacağımı bilemiyorum. Kimseye akıl danışamıyorum, kimseye birşey soramıyorum ve sen neredesin bilemiyorum. 

Geçen gün bir adama rastladım. Bankta üzüntüyle oturuyordu. İstedim ki gidip elimi omzuna koyayım, "neyin var, bana anlatabilirsin" diyeyim. Ama yapmadım. Bazen düşünüyorum da ben burada böyle otururken, hiç tanımadığım birinin içinden geçiyor mudur gelip elini omzuma koymak. Bunu bilmek bile yeter gibi geliyor. 

Aslında biz insanlar birbirimize o kadar da zalim değilizdir belki de. Hele ki hiç tanımadıklarımıza daha da şefkatliyizdir, kimbilir. Tanışıklıklar, yakınlıklar, içli dışlı olmalar bozuyor bizi sanıyorum. Bu yüzden mi bu uzaklara kaçma isteği. Bilmediğim sokaklarda bilmediğim insanların arasında hayalet gibi olma isteği. İçimdeki şefkat ölmesin diye mi, beklentilerim olduğunu farkedip utandığım için mi, ne yaparsak yapalım kimseyi sırf kendi olduğu için sevmeyi beceremediğimizden mi? 

İnsan mükemmeli hedeflermiş. Ben de kendimden çok şey bekliyorumdur belki de. Kimseyi kıskanmamak, kimseye kızmamak, kimseyi eleştirmemek, kimseye kin duymamak ve daha bir sürü şey. Bunca zamandan sonra bile gereksiz bir kıskançlığın içinde olmak bu yüzden fena halde canımı yakıyordur. Sorun kıskanılandan çok bu duygunun hala kalbimde yeri olduğunu bilmekten kaynaklanıyordur belki. Kimseye bu yüzden inanmıyorumdur hatta. 

Nedir sabahın bu erken saatinde iğneyle didik didik parçalatan kalbimi? Nedendir bütün bu gereksiz duygular yumağının boğazıma yumru gibi oturuşu. Geçmiş ihanetler ve acılardan mütevellit bir kesiti tüm hayatımın özeti gibi gösteren zalim duygu nedir? 

Söylediğim gibi sana bunları ılık bir mayıs güneşi altında kaygısız ve huzur içinde bir ruhla yazmak isterdim. Böyle zehirlenmiş bir ruhla değil. Ama mevsimim kış ve kalbimin ortasına zift gibi çöreklenmiş bir zehir var.  Affet.


Soğuk

Oradaki soğuk kiliseye sonu olmayan bir yolculukta kanatlarını çırpmaya mahkum yorgun bir kuş gibi yayılırken ne kadar çok sarsılıp hıçkırmışlardı.
Böyle oluyordu biri öldüğünde;
Bir gün o da ölecek, dünyanın bir yerinde bir daha gerçekleşecekti bu.
O orada olmayacaktı, ama gerekmiyordu orada olmak,
çünkü bu bir anı olmuş olacaktı zaten.
Ölmüş olacaktı, ama hayatta olanlar bilinmez olmayacaklardı onun için,
çünkü bir kez daha gerçekleşecekti bu,
henüz yaşanmamış bir hayattan edinilmiş bir anı.

DanDan

Hep Sen


Sen çağir yine adimi..
Biliyorsun sen soyledikce anlamli anlamsiz heceler.
Sen soyledikce guzel, sen soyledikce mutlu kelimeler.
Sen bak yine gözlerime..
Ama bu kez kaçirmadan..
Söz ver; güzel şeyler anlatsinlar
Mutlu olalim artik
Sen dokun yine bana..
Hic degilse ruyalarimda.
Vazgecmemeyim..
Yine sen, hep sen, yeniden sen..



Ne Biçim

Geçtiğimiz yollarda
kaybettiklerimizin bize en büyük kötülüğü,
kendilerini tekrar tekrar hatırlatmalarıdır.
Bir kere kaybetmekle kurtulamadığımız şeylerdir.
Yoklukları hayatımızdaki varlıkları haline gelir.
Hep, ama hep hatırlarız.
Ne biçim kaybetmektir bu?



Kral



Aşık olmuştum.
O saatten sonra kim olduğu farketmezdi.
O, benim için bir kral’ın yahut bir manavın kızı olmaktan çıkmıştı.
Bana sevgiyle bakan, bir çift gözün sahibiydi.
Bu da bana bir ömür yeterdi. 
İşler değişse bile.








<---So true

Ne Olur


Şimdi mesela kalkıp gitmiş olsak seninle ikimiz, ama öyle böyle bir gitmek değil sözünü ettiğim, hiç ardına dönüp bakmadan, sanki şimdi şu an doğmuş gibi bir ruhla, hiç nefret etmemiş, hiç ağlamamış, hiç üzülmemiş, hiç gülmemiş gibi, öyle çıplak, gökyüzünü ilk kez görüyormuş gibi, deniz nedir bilmezmiş gibi, ağaç nedir, yaprak nedir adlarını bile duymamış gibi öylesi şaşkın bir ruhla... Ne olur?

Ya da mesela içimizde kalmış ne kadar öfke, düş kırıklığı, hınç varsa onu bir bir kusarak sahiplerine, ardımızda kalan çok ama çok sevdiğimiz herkese son bir kez sımsıkı sarılarak ve de, yok yok öyle tasını tarağını toplamadan, ellerimiz ve ayaklarımızdan gayri, ruhumuz ve kırık kalplerimizden gayri hiçbir şey almadan yanımıza... 

Belki de en sevdiğimiz küçücük birşeyi alarak, bir kitap mesela çok ama çok sevdiğin, belki bir mendil anneannenden hatıra, belki de ölü babanın çakmağı... Onları alsan yanına. Eski sefil dünyandan sana kalmış ne varsa değerli, ama illa ki bir insana ait olan, bir fotoğraf olur ya da bir tel toka, bir küçük kaktüs bile olur. Alsak ve gitsek...

Bir kıyı bulsak kendimize. Kimsenin ayak basmadığı. Yoktur ya hayal işte benimkisi. Kocaman ağaçlar olsa bir de. Hani yalnız hissedersen kendini diye sarılacak koca bir gövde işte. Hatta dallarının altında durur ve yeterince beklersen, azıcık eserse rüzgar, saçlarını bile okşar o yapraklar. Hiçbir şey istemez ve beklemez senden inan. Toprak koyu kahve olsa. Otlar püskürse yerden. Arada yağmur yağsa. Daha çok daha çok yeşil olsa toprak. Saçları uzuyor sansak. Gülsek kıkır kıkır. Hiç ayakkabı giymesek. Hatta ayakkabımız bile olmasa. Kendimizi dünyanın en ilkel iki insanı ilan etsek. Gülsek amma çok gülsek. Orman da gülse bizimle, bulutlar, çiçekler, otlar, kurbağalar, yılanlar bile gülse. Öyle çok gülsek öyle çok gülsek ki, sırf şu birkaç dakika için bile değerdi onca acıyı çekmiş olmak desek. Ömrümüz bundan böyle kimsenin kölesi olmadan, kimseye boyun eğmeden, kimseden tiksinmeden ve iğrenmeden, hesaptan ve kitaptan uzak geçse. 

Ne olur?



LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...