Señora


Kimse kolay olacağını söylemedi. Neden söyleyeceklermiş ki hem?
 Ben de onlara söylemedim zaten, 
düşündüklerinden çok daha zor olduğunu.

Zavallı biriydim. Şimdi de öyleyim. 
Tek fark, küçükken zavallılığımı fark edemeyecek kadar aptalken, 
şimdi, zavallılığımı geçiştirebilecek kadar zekiyim. 
Çok uzaklara gitmiş olamam, hala da konuşuyorum.

Señora

Bilirim


Keskin söyleyişlerim vardır benim.
Sen de seversin bilirim.
Eskide kalmiş mutluluklarım..
Bitmeyen ümitlerim..
Geçmişte kalışlarım..
Özlemlerim..
Yağmuru dinleyişim vardır benim.
Sen de seversin bilirim.
Karanlıkta ağlayışlarım..
İnsanlardan kaçışlarım..
Sahte gülümsemelerim ve
Sahte dostlarım.
Yanlızlığı sevişim vardır benim.
Sen de seversin bilirim.
Başka bir sevişim vardır seni.
Sen de seversin bilirim.



Madem

“Senin kafan farklı çalışıyor” dediler hep. Çalıştığından bile emin değildim, öyle dediler.

Başka şeyler de söylediler; kimisi güzel buldu, 
kimisi zeki,
akamadım gönlünün sohbetine derken kimi fena vuruldu.
En iyi anlayan, -elinden gelse- daha fazla acı çekmeyeyim diye beni tüfekle vururdu.

Getiremedim hiçbir şeyin sonunu, “başarıyla” dedikleri şey neydi anlayamadım, çözemedim şu nabzı şerbeti bir türlü, yenemedim, kazanamadım, bazen gitmek istediğim oldu bırakamadım, bırakmak istediğim oldu sıyrılamadım, bakın; insanın, kendi hislerinden istediği an kurtulamaması korkunç. 

En iyi yapabildiğim bir şey bulamadım, ben sevemedim bile yine o aşina olamadığım “başarıyla”, denedim de yazıktır hakkıma ama olduramadımsa neye faydası vardı değil mi? Herkes iyiydi, herkes güzel, herkes haklı, ben hep kalan oldum da safi “yalnız” kısmı yordu. Ona da karşı geldim, her şeye karşı gelirdim, herkes boştu.

Bazen doluya sığamadım, en çok ona darıldım, yer yoktu kabulüm de benim canım neydi ki açıkta bırakıldım? 

Madem






Bitti


Aralık vazgeçmek için en iyi ay. Karar vermek için ve artık olmayacağını anlamak için de öyle. Bu yüzden sana ve sana dair herşeye veda etmeye karar verdim. Boşuna dememiş adam "güzel şeyler pat diye olur, bu kadar bekletmez" diye. Artık beklemenin, olacağını umut etmenin anlamı da yok. Bitsin.

Bugün birşeyi farkettim. Kalplerimiz arasında çok uzak bir mesafe var. Sen başka bir yerdesin. Sözcüklerin cümlelerin başka bir yöne meyyal. İşin tuhafı sen bile bilmiyorsun nereye ya da neye meylin olduğunu. Oysa ben biliyorum kendimi. Sana olan yakınlığımın bir anda sırf senin yüzünden uçup gittiğini. Bu yüzden de vazgeçiyorum senden. Artık elini uzatsan da yakınımda dursan da hiç ama hiç anlamı yok. Bitti.

Ben kendime yeni bir hayat çiziyorum dostum. Ve artık içinde sen yoksun. Kırgın mıyım? Hiç değilim. Biraz hayal kırıklığı var, o kadar da olur artık. Ama en fenası şaşkınım. Senin bir uzak bir yakın duruşundan yorgun ve bitkinim. Senin duvarına çarpa çarpa paramparça olmaktan bıkmışım. Şimdi o parçaları alıp sessiz bir köşede birleştirmek için gidiyorum. Biliyorum bu bitecek ve geçecek. Daha iyi olacak herşey. Sandığım kadar da zor olmayacak, bunu da biliyorum. Ve senin ne hissedeceğinin artık önemi yok.

Herkes alışır birilerinin yokluğuna. Kimse, biri gitti diye ölmez. Sen de ölmeyeceksin. Merhaba diyeceksin, kelimelerin buz gibi bir duvara çarpacak, şaşıracaksın ama ölmeyeceksin. Yüzün düşecek gülümsemediğim için, ama inan bana ölmeyeceksin. Düşüneceksin düşüneceksin ve kendinde hiç bir kusur bulamayacaksın. Benim dengesiz olduğuma karar vereceksin. "Canın sağ olsun" diyeceğim ama yemin olsun ki en ufak bir açıklama bile yapmayacağım. Çünkü açıklasam bile umursamayacağını ya da en azından öyle görüneceğini bileceğim. İşte tüm bu duvarlar, umursamazlıklar yüzünden hayatından gidiyorum.

Ben Ölmeden Önce                                                                       



Salep


Eskileri özledim bugünlerde. Çocukluğumu, çocuk olmayı. Ne çabuk geçiyor zaman. Daha dün lise koridorlarında gezerken şimdi 2 sene olmuş üniversite denen yere gireli. Dünya gibi zamanı da durduramıyor insan.

Olsun..

Şuan okuduğum kitabı ağır ağır okumam gerektiği için bir öykü kitabıyla da buna eşlik ediyorum. Şarkılar, geceme eşlik eden salebim, beğendiğim şiir, yazı ve sözlerle dolu blogum, uykusuzluğum, yalnızlığım ve özlemini duyduğum çocukluğum. Şuan yanımda olmayan sevdiklerim geliyor aklıma arada. İstesem de yanımda olamayacak olan herşeyim dediğim insanlar. Bilinmezliğin ve sonsuzluğun diyarındalar şimdi. Umarım büyüdükçe onlara kavuşma vaktim de yaklaşıyordur. Çünkü bu boş hayat tatmin etmiyor beni. Boşluklar içinde büyümeyi kim sever ki? 

Nadir

Nadir anlatırdım, bilen bilirdi. 

“Kendini mutsuz etmekten vazgeç, şu ana odaklan, ona odaklan, bir kere olsun kötü sonu düşünme” demişti, en iyi arkadaşımdı, her zaman haklıydı. 

İçimden; “Olmayacağını biliyorum, tadını çıkaracağıma söz verdim sadece” diye geçirişimin üçüncü sevmekten dişlerimin sızladığı saatinde dağıttım ortalığı, benim olmayan bir şeyin, benim’miş’ gibi yapamayışımın şu yaşıma geldiğim yılında, çünkü ben de böyle bir insandım; bok ettikçe haz aldım, ‘madem öyle işte böyle’ rest tepesine bayrağı yine ben çektim.Bütün bu imkansızlıklar çerçevesinde, aslında sebep çok basit. 
Sevmenin, ne yazıktır ki bir ‘yeterince’si var bebeğim ve o, seni yeterince sevmiyor. 

(Ne kadar değersiz hissettiğimi tasvir edecek bir değer bile bulamıyorum. Sahiplenilmemek ne kötü) 

İç sesim saçımı gerçeklerle okşarken, ben, onun karşısında küçüldükçe küçülüyordum. Ne yapayım, seviyordum. 
Bana yoluma gitmekten başka çare bırakmayışının beşinci belki de onuncu üzgün cümlesinde “Nereye gidiyorsun ya” yerine “Gitme” demesi gerektiğini biliyor, lakin beni ‘yeterince’ sevmiyordu.

(Kimseyi, gülümseyerek ağlayacak kadar çok sevmeyin) 

Bu kadar zor olmamalıydı, böyle gitmezdi biliyorduk, biliyordu, “başkalarıyla takılacağım artık, bıktım senden, kurtulursun işte rahat edersin” dediğimde alaycı ve son derece bizden emin bir mutlulukla “Sen yapamazsın öyle şeyler” demekten geri kalmıyor, duymaya ihtiyacım olanları söylemiyordu. 
Asla söylemeyecekti. 

Nadir ağlardım, bilen bilirdi. 

“Geldiğinde her şey farklı olacak, bak göreceksin, sana bu kadar yakın olduğunda o da fark edecek, siz kopamazsınız” demişti, kardeşimdi, kahvemi yudumlarken buna gönülden inanışımın ertesi gününde mahvettim her şeyi. Böyle bir insandım, yapacak bir şey yoktu. Benim’miş’ gibi yapamadıkça hırçınlaşmalarım ve tekme tokat dalmak isteyişlerimin ardındaki o ‘çok’ olan lanet duygu, tadını çıkarmama izin vermiyordu. 
Ben, belki hala umut ettiğimden, belki de yapmam gereken her şeyi yapmış olmanın verdiği saçma rahatlıkla onu tamamen bitirebildiğimde, o çok sevdiğim şapşal bakışlarının karşısında kararımdan caymamak için her şeyi yapmaya devam ediyordum. 

O, beni kaybedeceğini biliyordu; hiçbir şey yapmıyordu. 

Emindim, sevmenin bir yeterincesi vardı, beni yeterince sevmiyordu.


Kasvetli bir pazar öğleden sonrasına yakışan şarkı.





Kısacası


Bir arkadaşım terk edilmişti. Bir insan nasıl terk edilir yahu? İnsan insana bunu yapmaz, yapmamalı. Ben yine sanki hiç terk edilmemiş gibi yaşıyordum. Yani sonuç olarak her şey bana anlatılıyordu. Bunu da dinlemek zorundaydım. Bir şeyi yapmak zorunda olmak kötüdür.

Ayrılıklar konusunda klasik kalıplar her zaman iş yapar. Zaten sen kimin arkadaşıysan genelde o haklıdır. Bunu unutma ve o kanaldan yürüyebildiğin kadar yürü. Kız geri dönerse ve arkadaşın kabul ederse bunlar unutulur. Karşı tarafı savunmak da salaklık olacaktır. Objektif arkadaşları kimse sevmez. Genel olarak atasözlerini çok seven ama benimseyemeyen insanların oluşturduğu bir toplumuz.    Kısacası : Dost acı söylemez. Ben söylerim.




Kim Duyar

Senden önce. 
 Evet sevgilim. Biraz hatırlıyorum.
 Yağmura şükredecek kadar biliyorum geçmiş dediklerini. Dediklerimi. 
 Yavaş yavaş gezelim sokakları. 
Etraftan bir göz bulup utanırken ben, kaldırım taşlarına dikkat eder gibi yaparım. 
Yine de gedikleri sen görürsün. Kaldırım taşlarının rengini bile unuturum ben. 
Yalnız ellerimden ellerine göç eden kuşları hatırlarım. Otobüs gelir, müzik kutusunu açarsın. 
 -Seni seviyorum desem, kim duyar?
- Baksana. 
 Bir şey yok. Bak işte öyle. 
 Bir bildiği varmış hayalimin. Bugüne de hoş geldin.


Yoksa

Bazı şeylere bir daha asla sahip olamayacaksak,
önceden sahip olduklarımız için şükretmemiz mi gerekiyor?
Dışarıda bir yerlerde, bizi arayan biri var mı?
Bu, tek başına kurulabilecek bir şey değil.
O da çarşaflardan hoşlanıyor mu?
Yoksa hayat şartları çadırları uçuruyor mu?
Elif, şükretmenin çok kalori yaktığını söylüyor.
Sanırım Jack’in isyan eden tarafıyım.
Çok şey istemediğimi biliyorum.
Çok şey istediğimin farkındayım.


Ara ara


Her mutluluğun bir sonu olduğundan huzurumun ne vakit bozulacağını merak ediyordum zaten.  Başıma gelenleri yazamam çünkü bunları bloga yazı malzemesi etme fikri çok iğrenç geliyor. 
Hem de burada yayınlanamayacak kadar uzun benim hikayem daha doğrusu bizim hikayemiz.
Ama insan arada saklamaktan yoruluyor bütün bu başından geçen olayları kaldırabildiği için takdir görmek istiyor veya kaldırabilmek için anlayış. 

Tüm acılarını anılarını anlatabilen insanlara imreniyorum, 
ara ara garipsiyorum bazen de ayıplıyorum ne yalan söyleyeyim.
Acılarından prim yapmaya bakıyorlarmış gibi geliyor.
Bense yakın arkadaşlarıma bile her şeyi açık açık anlatamazdım 
yakınıyormuşum gibi gözükmemek için. 
Paylaştıklarım hep sınırlıydı ki bazılarını da paylaşmak zorundaydım, 
sorduklarında yalan söylememek için bilhassa da utanmadığımı göstermek için.
Bazen de bahsetmezsem saygısızlık yapmış olacağım, 
görmezden geldiğimi sanacaklar diye anlattım. 
Böyle karmaşık bir durumdu bizimki. 
Veya ben her zamanki gibi işleri zorlaştırdım iyice.




Engebe


Bir şeyleri gerçekten elde etmek için bir sürü engebeli yolu geçmek gerekliliği bence çok saçma. 
Bunun kısa yolu yok mudur?
Bir de eğer bazı şeyleri gerçekten atlatıyorsak bir daha karşımıza çıkmasınlar. 



Bekledim




Neden kapiyorsun gözlerini?
Biliyorum sen de yoruldun maskelerden.
Kendini de kapattin öyle işte..
Ve sustun! 
Bekledim.
Bilirsin nasil beklediğimi..
Animsa kayboluşlarimi..
Hep sana varana dek koştum ben
Kactin!
Baska baska sevdim ben seni 
Kimi zaman tavrini sevdim, kimi zaman rengini sevdim teninin. 
Kapadigin gözlerini sevdim.
Ama hep sevdim.
Hayaller umutlar bos ya hani,
Seninle ögrendim.
Engel olamadim ama  hep seni hayal ettim, tek sana inandim.
Anla en büyük hediyemi cöpe atmak istemedim iste!
Yalnizligim bile alisti sana; seninle beraber geliyor, seninle beraber de gidiyor isin garibi..
Nasil vazgecelim senden, söyle!
Sunu bil zaaflarimin en büyügü
Yasadigim en guzel sey sensin!
Seni sevmenin esi benzeri yok!
İyi ki varsin, iyi ki dogdun.

Poyraz




Denizi betonla doldurmuşlar baba, çay bahçesi yapmak için bile değil, 
otopark yapmışlar denizin dibine.
 İyi ki görmedin betonları. Her şey değişiyor;
 birden bire, hiç değişmeyen kasabayı bile otoparka dönüştürüyorlar bu yeni dünyada.
 Otoparklara da dışardan bakıyorum ben, merak etme. 
Betonların da dışındayım. 
Bir tek rüzgarların arasında hissediyorum yaşadığımı, anlık bir şey yaşamak, esip geçiyor.
 Neyse ki benim hayatım otoparklar kadar kalıcı olmayacak bu dünyada. 
Esip kavuracak bir günlük poyraz olabilsem o bana yeter. 
Ne eksik ne fazla.




Yüzyüze


Kumaşını bildiği halde örtü dikmek istiyor insan bazen, bir şans vermek istiyor; ne beyhude insan.

En usta terzi bile olsa beceremiyor. O kumaştan, o örtü çıkmıyor.
İnsan bazen söylemek istediklerini yutmak zorunda kalıyor.
Öncesinde öyle bir boğazına dizmişler ki cümlelerini, artık ağzını açamıyor.
Bi küçük açıyor onun yerine, bi türkü açıyor, bakma öyle göründüğüne; türküyü çok seviyor, fazla bilmiyor ama seviyor, genelde fazla bilmeden seviyor; öğrenmek kalp kırar çünkü insan artık kimseyi bilmek istemiyor.
İşte, insan bazen sevmek falan istiyor; akabinde “bana fazla bel bağlama” duvarına tosluyor.
Yazık değil mi, bir yerlerde evlatlar yine odalarına çekiliyor.
İnsan çok yalnız be abiler, artık bi göbekte uyuyakalmak istiyor.
Hep de güçlü olmak zorunda ya; boğazı az biraz titreyince dünyaları vurup kırası geliyor.

(Dünyalar elbette birkaç tanedir)

Çok değil; sabahları bi öpücük kondurmak istiyor uykulu gözlere, işe gitmeden mutfaktaki sandviçi
kapıp gitmek istiyor, insan düşmekten çok yoruldu be abiler, biri de kucağında taşısın istiyor.
Birilerinin hayalleri hep farklı oluyor. İnsan o birilerini bir türlü anlayamıyor.
Nice taktikler dönüyor, stratejiler uygulanıyor, sanırsın savaşa giriliyor be ,
 sizin aşk diye bildiğiniz bunları mı hak ediyor?

Bazılarına değil bir şeyler yazmak, üzerine düşünmeye bile iç gitmiyor.
Onlar bilmiyorlar, insan inandıkları için yaşıyor.
Kimse için kendine saygısını kaybedemez bu insan,
siz “takılın”,
o gidiyor.






Bodrumun Suları


Bilseydin gidermiydin yine?
Bir kaç akşamdır kaçık bir uykunun eliyle yazılıyor bu yazı, kaçak bir dille... 
Her noktasında nefessiz kalan bir kalemin ahıyla karardı sayfalar, silgi kullanmadım, 
her zaman silinmiyor acı,  bilsen... 
Bilseydin gider miydin yine? 
Öznesini gizleyemediğim için "gitmek" yüklemine yakalandığımı, 
ayrılığın sıfatsızlığıyla tamlandığımı, kendi cümlemde harcandığımı bilsen... 
Senin cümlende gizlenmeye razıyken satır sonlarında öldüğümü bilsen...  
Bilseydin gidermiydin yine?
Bir kaç akşamdır kaçak bir kadının eşgaline bakılarak yazılıyor bu yazı,  
her virgülünde işkenceye maruz kalan bir dille, her satır arasında kesilen bileklerimle, 
her harfinde yeniden öldüğümü bilsen... 
Her kelimesinde yeniden doğduğumu,  
her nefesimde yeniden sevdiğimi, her... her neyse..



Biraz Daha Sonra

Az sonra değil, daha sonra, daha önce değil,
daha değil, şimdi değil, var biraz daha,
az da değil, az sayılmaz aslında, biraz daha fazla,
sırası değil şimdi, değil bundan sonra, ondan sonra değil,
çok değil, hiç fazla değil, az biraz daha,
öyle bir an da değil, bir anda değil, değil bir zamanda,
dur istersen burada, bekle biraz daha.
burada değil ama, şurada, ileride biraz daha,
yakında değil, uzak da sayılmaz aslında,
geçtiğin yerlerin biraz gerisinde kaldı belki,
belki hiç geçmediğin yerlerin ilerisinde biraz,
yok, oralarda da değil, bir yerde değil aslında, havada değil, suda değil,
durma istersen burada, git biraz daha.


Boşluk

Bazılarımız yıllarını bir şirkete harcar, o şirkette bir gün genel müdür olana kadar.
Bazılarımız hayatını sanılmış bir aşka adar, bir kadına ,bir erkeğe...
Bazılarımız alkışlara koşar.
Bazılarımız ünlü olmaya...
Sonra son noktaya gelince her şey yeniden başlar...
Boşluğu doldurma arayışı...


Life

















Bir futbol sahasının içindeyim şimdi,
bir martı, bir kedi ve kendimle baş başa
tam ortasında, kendimden uzak ve bir başıma.
Annemi özlüyorum ama hiç kolay değil,
çünkü benim kalbim o kadar büyük değil;
korkuyorum doktor el ver bana,
şiir yazmak benim harcım değil.

Koşmaya devam ediyorum bir umutla,
düşüyorum, kanıyorum ama gülüyorum gri sahada.
Ayağımdaki plastiği meşin sanıyorum
ve ne zaman kaptırsam kendimi azarlıyorum;
gerginliğim başarısızlığımdan değil de,
içimdeki Sokrat’a ihanet ettiğimi sanıyorum,
ve orada bir duble daha alıyorum,
sonra kendimi yakıyorum;
kül olmam çok sıkıntı değil de,
hayallerime ve hatıralarıma sadık kalamamaktan korkuyorum



Balon

Çok yabancıyım bu şehir'e.
Kaybolmuşum,
durakta anımı beklerken.
Anı beklerken an'dan olmuşum.
Renkli balonlardan bahsederken bir arkadaşım,
onların aynı gökyüzüne uçtuğunu unutup,
vazgeçiyor.
Özlem duyduğumu sandığım bu şehir'e
artık ait değilmişim meğer.
Üç maymun'u oynayarak çekilmez bu şehir.
Bu sefer çok tanıdık ,bu sefer çok farklı.
Şimdi,
bende aynı gökyüzüne bırakıyorum balonumu.
Ve,
merhaba diyeceğim sana hergün gökyüzüne
bakıp özlem duyarak.
Vazgeçmişim çoktan. Üzgünüm.
Anlayacağını umarak...

Misafir

Yine

hayat ağır geliyor ne yalan söyleyeyim,
kanatları yağmurda ıslanmış bir kuş gibi hissetmekten alıkoyamıyorum kendimi...
çırpınıyorum, silkeleniyorum bir türlü hafifletemiyorum yağmurun ağırlığını.


güneş çıksın diye bekliyordum, nafile.
biraz daha çırpınıp,
silkelenip uçmak istiyorum...


yine...

Basit

"Basit olmak zordur. Sade olmak, bir sey olmak zordur.
Bize hep cok sey olmayi ögrettiler.
 Önce ailemiz, sonra icinde yasadigimiz toplum, sonra ögretmenlerimiz,
sonra pesinden sürüklendiklerimiz
 ve
 paralelinde yasadiklarimiz bugünkü seni , bugünkü beni yaratti.



Varsa

 "Ben düşündümde içki alsak , bizim sarıya.. sarının mezarına gitsek.
 Hep beraber arkadaşlar olarak hep birlikte rakı,çerez şarap falan .. 
 hava soğuk ama gidersek iyi olur ,
 fena olmaz diye düşündüm. 
Arkadaşlar iyidir" 
Varsa..


Mezunlar

Düşünüyorum şimdi, müzik de var
bundan otuz yıl sonrasını düşünüyorum.
Mezunların on yılda bir yaptığı mangal partilerini de.
İzliyorum şimdi,
ben bir'im onlar otuz, kimbilir kaçıncı buluşmaları bu insanların.
Eski dostlukları kaldımı acaba?
Yoksa yıllar sonra tekrar
birbirlerini görmenin sevincini yaşadıkları için mi sarılıyorlar
buradaki eski dostlar.
Ah sen !
Dostlarını hep kaybediyorsun,
aslında kaybetmiyorsun ya onlar kayboluyor
ya da sen uzaklaşıyorsun.
Ah sen ahh...
Şimdi eski mezunları izliyorum da,
yine şuan ki gibi yalnız mı olacaksın ?
Ve sen
Eski dostlarına yeniden sarılabilecek misin ?
Düsünüyorum şimdi, müzik hala var..

Ocean

Rahat ol

Düşünmen güzel böyle şeyleri ,
düşme peşine rahat ol, rahat ol ki göze batmasın hiçbir şeyin.
Dolmasın gözlerin yalan dolu hikayelerle
Bana kalan yalandan da olsa inanmış olduğum gözlerin...







Künefe


Künefe için aile kurmak.

Künefe için aile kurmak nedir, bilir misin?

Yan masadan hamile abla ve karşısında oturan deri ceketli abi, yemekten sonra künefe söyleyebilirler. Sen söyleyemezsin.
Çünkü künefe; tek başına bitirebileceğin bir şey değildir.

Söyleyemezsin.

Sen çay söylersin, bira söylersin, bazen iyice düşer; bi ufak sölersin. Künefe değil.

Sen çoğu zaman, içinde kalanları bile söyleyemezsin. Birileri kızar, birileri küser, birileri gider, bakarsın arkasından, boğazında bir gemici ordusu limana yanaşır da; “Gitme, kal” diyemezsin.
Sen sevdiğini dahi söyleyemezsin. Birileri dalga geçer, birileri umursamaz, sen çok nadir seversin oysa ki, sen belki ilk defa seversin de; gözlerinin içindeki ayçiçeklerine bakıp “Seviyorum” diyemezsin.

Sen, sözler veremezsin.

Sana verilen sözler o kadar tutulmamıştır ki, hayal kırıklığını en iyi sen bilirsin.

Sen hayattan bir şey bekleyemezsin.

Beklentilerinin altında öyle ezilmişsindir ki zamanında, öyle yaralar açılmıştır ki kollarında, bütün dünyayı kucağına serseler, tutamaz, düşürürsün.

Birileri öyle çok düşürmüştür ki seni zamanında, başka birileri ayaklarına kapanıp, kanayan dizlerini öpse dahi iyileşemezsin.

Ah sen, neden böylesin?

Sonra bi gün, “Seni bu hale getirenler utansın be kardeşim!” der biri, bakakalırsın masadaki izmariti tutuşturan kora, kor, şimdi yağmur yağsa, Allah baba bile sana ağlasa, aksa gitse bütün acın, biraz da kanalizasyondaki farelerin yanakları ıslansa ama sen kurtulsan gözlerindeki buz gölünden, söndürsen şu içindeki cehennemi istersin de;  ”Hesap!” çıkar ağzından sadece.

Künefe için aile kurmak isteyecek kadar, Allah’ın belası bir önemsiz künefeyi paylaşabileceğin o tek nefesi, her gece ensende hissetmek için gururunu ayaklar altında çiğnetecek kadar, onun gözünden düşen bi’ damla yaş için, bütün dünyayı ***** atacak kadar çok seversin de; sonunda, içinde yankılanan ses hep şöyle söyler;

“Ben başımın çaresine bakarım, sen mutlu ol.”

İz




3 Maymun

"görüp de görmemek, duyup da duymamak, bilip ama bilmemek"
özellikle ikili ilişkilerde bazen kırmamak-üzmemek, bazen kavga etmekten kaçınmak-yorulmak, mevcut dertlere yenisini eklememek, bazen de kırıla kırıla tuzla buz olmuş yüreği bir de havanda dövmemek için kullanılan yöntemciktir..
saf hatta salak sanılabilirsiniz çok rahat.. gözünüzün içine bakıla bakıla yalanlar söylenir, senaryolar yazılır "yediğiniz" düşünülerek..
ama aslında ne safsınızdır ne de salak.. yaptığınız yemeyip yemiş gibi görünmekten ibarettir.. 
gittiği yere kadar gider..
                                                                                                itü              




Bil

ben çok konuşmam sevgilim, benim aklım yok
benden sana zarar gelir, veya gelmez,
benim içimde baykuşlar var çiyanlar değil, ben çok dövüldüm,
yaralarıma bakma, hoşuma gidiyor bana vurulması,
bana acımana lüzum yok, beni yerden kaldırman manasız, kendi kendime yettiğimi de düşünme, ilgisi yok,
yetmek, yetmemek,
bir anda çıldırmak, bir anda bütün hayatı istemek,
tüm sevgiyi, şefkati, tüm renkleri, bütün çarşafları, kelimeleri, tüm kitapları, tüm sokakları, dünyayı;
yaşlanmıyorum, gençleşmiyorum, ağlamıyorum sevgilim, ağlayamıyorum, -için bükülmesin dangalakça, gerek yok;
ölmekten korkuyorum, başımı duvarlara geçirmekten asla, baykuşlarla yatıp
kalkmaktan değil, gözlerimi oyan büyük böceklerden değil,
gözlerindeki o iğrenç tebessümden korkuyorum deliler gibi, beni bilmiyorsun,
çünkü insanları biliyorsun sen, bil,
insanları bil,
insanlarla oyna, insanlarla seviş, onların hayatlarını kurtar, ben insan değilim sevgilim, bana yırtınma, umursamazlık etmeye kalkışma, bana kalbinle konuşma,
konuştukça zaman geçiyor ve nefret artıyor.

Bil

Tatlı

“Rüzgarım ve sözcüklerim var, senden ve sana tüm inananlardan daha güçlü ve özgürüm.” 

Bir şarkı dinliyorum şimdi. Tatlı. 
İsmini bilmiyorum, öğrenmeyeceğim, öğrenmeyeceğim ki bugün ölümsüz olsun; öğrenmeyeceğim ki yeniden duyduğumda aklıma gelen şey ismi değil, bugünün kendisi olsun.

İstanbul


Gidin

Kendi yalnızlığımı bıraktım başkalarının yalnızlığına üzülüyorum, onların üzüntülerini bir türlü atamıyorum aklımdan. Belki kendi yalnızlığımı da ekliyorum onlarınkine. Her şekilde üzüldüğüm ve düşündüğüm şeyden memnun değilim. Yapılacak çok fazla şey varken kendimi kafamın içinde sıkışmış hissediyorum. Kimseye bir yararım yok. Kuru kuru üzülüyorum, düşüncelerim yavanlık sınırını aşamıyor. Hiçbir zaman yakamı bırakmayan bu yanlışlık; bulmam gereken bir şeyler var, ne olduklarını bilmiyorum ama içimde bir yerde beni rahatsız eden o eksiklik sürekli uyarı veriyor. Hep oradaydı eksiklik ve başkalarının yalnızlığı da bu eksikliğe iyi gelmiyor. Benim kafamın içi bir hapishane olsa bile dünya öyle bir yer olmamalıydı. Bazı insanlar o kadar yalnız hissetmemeli, yalnızlıktan kendilerini öldürmemeliydiler, aldatmamalıydılar. Dünya ve yıldızlar, tüm evren ve sokaklar daha aydınlık yerler olmalıydı. Yıkım keşke sadece benim zihnimde olsaydı, dünyanın ve zamanın bir başka ucunda o güzelim insanlar bunları yaşamasaydı. Yalnızlıkta beraber olma fikri artık bana iyi gelmiyor. Başkalarının üzüntüsünden üzüntüme teselli bulamadığım bir döneme girdim. En azından yalnızlıkta yalnız değilim diye düşünemem artık.



Hissiyat

Aradaki mesafenin önemi yok.
Hissiyat bu!
Fark ediyorum içindeki kederin büyüklüğünü.
Kayboluş bu!
Zaman ve mekan: 'Hiç'
Dibine vurması,
çaresizliğin bu!
Yorulmadık mı sence de aramaktan?

BeniUnuturmusun?


Hiç Kimseyim


İşte, buraya kadar geldim ve nereden bitireceğimi bilemiyorum.
Elbette nereden başlayacağımı bilememeyi tercih ederdim, lakin ben de böyle bi ziyanım; bir takım şeyleri neresinden bitireceğimi bilemiyorum.
Ama ben saplantı yapmışım öyle değil mi, çünkü her şeyi en iyi bilen siz insanlar, öyle olduğunu iddia ediyorsunuz. Ne de çok biliyorsunuz ah canım insanlar.
Benim bindiğim durakta neden hiç güzeller olmuyor? İntihar oranı yükselmesin diye köprüye durak koymadıklarını neden sadece ben biliyorum?
Siz benim koltuğumda oturuyorsunuz insanlar, ben neden kaldırımlarda dikiliyorum?
Ama o beni sevmiyor değil mi? Ben kendi kendimi harcıyorum.
Bakın insanlar, siz öyle oralardan pek güzel biliyorsunuz her şeyi ama neden içi yanmaya devam eden hep ben oluyorum?
Neden müebbet seven hep ben oluyorum?
Neden hep benim burun deliklerim yanıyor insanlar, neden ben de sizler gibi mutlu olamıyorum?
İnsanlar sizi hiç sevmiyorum.
Bana sevdiklerimi vermiyorsunuz insanlar, ben sevmekten neden vazgeçemiyorum?
Ben ne istiyorsam öyle olacak lan insanlar! Siz kimsiniz ki açıklama yapmak zorunda kalıyorum?
Sonra siz ikiye felan da ayrılıyorsunuz, neden hep ben ortada kalıyorum?
Oğlum insanlar, ben neden sizin gibi sarhoş olamıyorum?
Beni biraz anlayın insanlar, çok acı çekiyorum.
Yatıyorum kalkıyorum geçmiyor insanlar, bana yardım edin, ben ne yapacağımı bilemiyorum.
Denizleri izliyorum insanlar, siz manitanızın boynunu emerken ben asfaltları izliyorum, uzun yollar gidip geliyorum, beni hor görüyorsunuz da, siz benim sevdiğimin koynunda yatıyorsunuz be  insanlar, ben size bir şey diyor muyum?
Sakın sevmeyin beni, hiçbirinize karşı minnet duymuyorum.
Bir köpek kadar olamıyorsunuz be insanlar, size hiç acımıyorum.
Unuttum gitti insanlar, bana inanmayın, hepinizi kandırıyorum.
Beni rahat bırakın artık insanlar, ben sevmekten başka bir bok bilmiyorum.






Çıldırmıcam


Gerçeğin anlamsızlaştığı yerdeyim artık,
Sonsuzun sıfıra dönüştüğü yerdeyim…
Düzensizlik son derecesine ulaştı.
Uzaktakiler ve yakındakiler;
Hepsi aynı, hepsi tek
Ve hepsi hiç…
Varlık yokluğun içine saklanmış,
Çürümeye başladı bile.
Bense titriyorum bir köşede…
Oturuyor muyum,
Yoksa ayakta mıyım?
Algılarım kilitlenmiş.
Ne korku, ne acı, ne de huzur;
Duygularım çalışmıyor artık…
Eylemsizlik için akıyor zaman
İlerledikçe hızlanıyor,
Hızlandıkça savruluyor kelimeler…
Ve tüm özelliklerim siliniyor.
Tüm kurallar çiğneniyor.
Yerle bir oluyor fizik yasaları…
Farklı kavramlar eşitleniyor tamamen.
Hiçbir şey görmediğimi görüyorum.
Boyutsuz, şekilsiz ve renksiz evren!
Artık biliyorum,
Ya sen yoksun,
Ya da ben… 


Çıldırmıcam

Üç-Dört

Yalnızlık zordu.
Bazen, insanlardan kaçma isteği doğuyordu içimde. Tam anlamıyla kaçmak.
Onların olmadığı ve hiçbir zamanda olmayacakları bir yere gitmek.
Sonra, soğuktu yalnızlık.
Bazen, eve doğru yürürken, aklımda garip düşünceler canlanırdı.
Hepsinin sadece üç-dört dakikalık ömrü vardı.
Ve umuttu yalnızlık. Her zaman umuttu.





Olumsuz

''Biliyor musun, birinin seni dinliyor olması çok güzel; 
ama bir de olumsuz yanı var;
 insan kendini dinleyene çabuk bağlanır, bense kimseye bağlanmak istemiyorum.''





Orta Karar İşler

Şimdi moda, gençler ya kafayı hepten kazıtıyor yada uzasın diye bırakıyorlar.
İkisinin ortası yok, iyi ki de yok; çünkü ben de bıktım, usandım bu orta karar işlerden.
 Hayat da ''ya herru, ya merru'' gitmiyor mu zaten!
 Arada kalıp sıkışmayacaksın, gözünü de gönlünü de serbest bırakacaksın, becerebildiğince.


Budur

Elbet torunum yapar diye umut ettiğin, ama onun da kaçamayacağı tek kader,
Budur.
İnsan dediğin ölür durur.





These Days

Hayalleriyle yaşayan birisine yapılacak en büyük kötülük eylemlerin sonucunu anlatmaktır.
Böyle bir cümle ilişti kulağıma çalan radyodan. Sonra radyonun sesi yağan karın sessizliğine karıştı.Bir ömrün üstüne kurulduğu bu cümleyi düşündüm.
Sonra kendime benzetmeye çalıştığım hayatları ve benzeşirken çoğalamadığım insanları bu yüzden sığındığım dünyaları düşündüm.
Bir insana yapılacak en büyük kötülük hayallerini, hedef ve plan olarak değiştirmeye zorlamaktır.



Yaşlı Eller



Önce yavaş yavaş kilo almaya başlayacak. İş yerinde tüm gün oturduğu için böyle olduğunu söyleyecek soranlara. "Sabahtan akşama oturuyorum ya, bir de canım sıkıldıkça ıvır zıvır şeyler yiyorum o yüzden." diyecek yarı utangaç bir ifadeyle. Günden güne büyüyecek göbeği, zayıf kolları giderek irileşecek. Uzun boylu cılız çocuk olamayacak artık, o hayatını kazanan, hayatını kazanırken kendini kaybeden erkeklerden olacak. Yavaş yavaş kaybolacak. Sonra bir gün adam, o kadınla tanışacak. Uzun boylu, dümdüz saçlı, dünyanın dengesini varolarak sağladığını düşünen kadınlardan herhangi biri. Her tavrı önceden programlanmış gibi mükemmel, çantasıyla kıyafetleri hep uyumlu, uzun boyunlu ve yerli yersiz gülümseyen o kadınla evlenecek .Annesi bayılacak gelinine, uzun uzun sohbet edecekler pazar öğleden sonraları. Karısı onu çok sevecek, bildiği gibi, kendi yöntemiyle. İşten dönmesini heyecanla bekleyecek, kocasına yaptığı yemeklerin kayınvalidesininkilerden daha güzel olmasını umut edecek,  o kadına aşık olduğunu zannedecek, onun dümdüz saçlarına dokunacak, alnına bir öpücük konduracak. Beraber türk kahvesi içecekler televizyon izlerken. Önce o, işte başından geçenleri anlatacak sonra karısı iş yerinden bir arkadaşının başından geçen çok komik bir hikayeyi anlatacak, gülecekler birbirlerine bakıp. Birbirlerine bakacaklar, göz kulak olacaklar. Önce annesi ölecek hiç beklemediği bir anda. Çok ağlayacak, babasına sarılacak saatlerce. Karısında arayacak teselliyi, kadın hep doğru cümleleri söyleyecek, "acını paylaşıyorum" diyecek, böyle bir şeyin mümkün olduğuna inandıracak onu. Saçlarını okşayacak, yaşlanmaya başlamış ellerini tutacak, ona sarılacak, ellerini hiç bırakmayacak. Yavaş yavaş azalacak üzüntüsü, annesini her gün biraz daha az düşünmeye başlayacak. Yine her gün işine gidecek, elleri yaşlanmaya devam edecek, göbeği biraz daha büyüyecek, günden güne unutacak acının nasıl bir şey olduğunu. Bir gün eve gittiğinde karısı ona güzel haberi verecek. Bir bebekleri olacak, bir oğlan. Kocaman elleriyle tutacak bebeğini hastanenin soğuk bir odasında. Elleri bebeğin kafasını tamamen kapatacak, bebeğinin kafasını değil kendi ellerini görecek. Yıllar içinde yabancılaştığı ellerini, iri kollarını. Bir zamanlar sahip olduğu cılız kolları oğlu asla bilmeyecek, hiç görmeyecek. Oğlu için o hep hayatını kazanan kocaman bir adam olacak. Çok sevecek bebeğini, karısını biraz daha sevecek ya da sevdiğini zannedecek ona bir çocuk verdiği için, bir aile oldukları için... Kendi ailesi, çocukluğu, gençliği çok uzaklardaki birkaç anıda, birkaç fotoğrafta ona gülümserken, yaşamaya devam edecek. Sonra babası ölecek, bir pazar günü oğluyla parkta futbol oynarken öğrenecek babasının öldüğünü. Ağlamayacak, artık ağlayamaz çünkü. Güçlü duracak oğlunun önünde. Hayatını kazanan bir erkekten çocuğuna hayatı öğretebileceğini zanneden bir babaya evrilecek tam o an. Kendi ölümünü düşünecek hayatında ilk defa, oğlunun gözlerinden görmeye çalışacak kendi cenazesini. Haline üzülecek, babasını özleyecek, annesini özleyecek ama elinden hiçbir şey gelmeyecek. Oğluna daha sıkı sarılacak, karısıyla daha çok sevişecek yaşadığını hatırlamak için. Henüz yaşıyorken yaşamaya çalışacak, yaşama konusunda yeteneksiz olduğunu unutmaya gayret ederek. Elleriyle kurup büyüttüğü yanılsamalarına daha çok kaptıracak kendisini. Onları yıkmanın artık çok zor olduğunu, dünyayı yeniden döndürmek için zaman kalmadığını içten içe bilecek ama bilmiyor gibi yapacak. Başka türlüsü elinden gelmeyecek. İşine gidip gelmeye devam edecek, kazanacağı hayatın belki yarısını kazanmış olacak hayatının yarısı çoktan geride kalmışken. Oğluna hayatın onda birini öğretebilecek, belki o kadarını bile değil. Oğulları okula başladıktan iki yıl sonra canı sıkılan karısı bir çocuk daha yapmak isteyecek, hayatta bir amacı daha olsun diye, gerçekte kim olduğunu sorgulamaktan kendini uzak tutsun diye belki de hayatındaki tek başarısı çocuk doğurabilmek olduğu için, kim bilir. Bir kızları olacak.Gözleri dolacak bir anda, karısı onu daha çok sevecek, gözyaşlarını elleriyle silecek, onun mutluluktan ağladığını düşünüp kocasıyla gurur duyacak, neden bilinmez. O zaten her zaman kocasıyla gurur duyacak, dost meclislerinde "gözümün nuru, bir tanem" diye bahsedecek adamdan, çocuklarını nasıl sevdiğini, ne kadar iyi bir baba olduğunu anlatacak. Kendini çok şanslı olduğuna inandıracak ona sahip olduğu için. Ona sahip olduğunu zannedecek. Adam hayatını kazanmaya devam edecek, çocuklarının kahramanı olmak isteyecek. Büyüdüklerinde beni ne çok takdir edecekler diye düşünecek, büyüdüğünde kendi babasını takdir falan etmediğini unutacak. Elinde kalan birkaç umuda tutunacak. Elleri yaşlanmaya devam ederken adam günden güne yalnızlaşacak. Eski arkadaşlarıyla görüşmez olacak.Arkadaşı kalmayacak. Oğlu büyüyecek, kızı büyüyecek. Babalarını sevecekler herkes babasını nasıl severse öyle, ne daha fazla ne daha az. Saçları dökülecek sonra, hayatını kazanırken farkına bile varamayacak azalan saçlarının. Bir gün uyanıp aynaya bakınca fark edecek kendinden kopup gidenleri. İnanamayacak gördüğü şeye. Ne ara oldu tüm bunlar diye düşünecek, hayatımı kazanırken saçlarımı kaybetmişim diye fısıldayacak kendi kendine, kaybettiğinin sadece saç olmadığını bilerek. Yaşlı elleriyle saçlarına dokunacak, ellerine bakacak sonra, eskimiş kocaman ellerine. Cılız günlerini düşünecek, çocukluğunu, gençliğini, karısını, annesini, takdir etmediği babasını, kendisini. Aynaya bakacak tekrar , aynaya dokunacak. Kendini göremeyecek aynada, sadece yaşlı elleri görünecek parlak camda. Ellerinden başka hiçbir şeyi kalmayacak, kocaman yaşlı ellerinden başka. 




Serbest

Noktalar ,virgüller ,noktalı virgüller,
soru işaretleri ,ünlemler ,parantezler, tırnaklar.
Bütün harfler, küçükler, büyükler, sesliler, sessizler,
 bütün harfler sıra sizin buyrun.
Buyrun, bütün hürriyetler serbest bu akşam.


Suçlu

-Artık onun bana bir şeyler anlatmasını istemiyorum.
+Neden?
-Çünkü o anlatınca dinliyorum. Dinleyince onu çok özlüyorum. Kurduğu her cümle beynime kazınıyor ve her birini tek tek hatırlamak beni çok mutsuz ediyor.
+Ne olacak peki?
-Keşke benimle konuşmayı sonsuza kadar kesse, kendiliğinden. Birden yok olsa ortadan sanki hiç varolmamış gibi.
+O zaman sen onu arayıp bulmaz mısın?
-Büyük ihtimalle ararım. belki bulurum. O benimle konuşmasa da ben yine gider ona gülümserim, kaçamak kaçamak bakarım. Onu severim.
+Neden böylesin, neden kendini üzmeye bu kadar meyillisin?
-Ne bileyim. bi sorun var bende. Bak yine hep bende. Halbuki anlatan o, neden suçlu hep ben oluyorum?
+Belki o da sadece sana anlatmak istiyordur. Sana bir şeyler anlatmayı seviyordur.
-Ne kadar iyimsersin. Ne zaman senin istediğin şeyle gerçekte olan şey bir olmuştur ki. Ben pek görmedim.
+Belki dedim zaten, belki'nin muğlaklığına inanıyorsundur herhalde.
-Ben hiçbir şeye inanmıyorum, sen de bunu çok iyi biliyorsun.

Bir şeyler saklı içimde

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...